Bir duygudur ki beni hayattan koparan yine bir başka duygudur ki beni hayata geri döndüren. Bunca zaman gizlenen, direnen, ortaya çıkmak için yalvaran o lanet duygunun gün yüzüne bir anda kontrolüm dışında çıkması göğsüme indirilen hançer etkisi gibi iz bırakmıştı. Asırlar boşuna gibiydi zira hiçbir şekilde ders alamıyordum. Oysaki o duygunun yok oluşu ihanet ve ölümün harmanlanarak bana bıraktığı bir lanetti. Irene ve büyük ihanetinin ardından beni toparlayan o küçük ruhun, o mükemmelliği geç anladığım genç kızın ölümü ile güven hayatımdan sonsuza kadar çıkmıştı. Bugüne kadar kimseye de güvenme ihtiyacım olmamıştı. Hayır, güven bir yılan gibiydi. Onu besleyip büyütebilirdin ama eninde sonunda seni sokacaktı.
Kristie’nin ağzından çıkan kelimeleri sonlandırması ile zihnimin harekete geçmesi hemen hemen aynı sürede gerçekleşti. Yılların verdiği korkunç alışkanlık ile yüzüme maske yerleştirmeyi başarmıştım. Bomboş gözler, duygusuz bir bakış. Maske değildi aslında yüzüme yerleştirdiğim, bizzat gerçek ruhumdu. Zira yaşananlar, çekilen ıstıraplar, acı, kader ruhumu dibine kadar kurutmuştu, geriye sadece bomboş bir kabuk kalmıştı. O kabuk ki sürekli açılırken esas gösterdiğim mutlu maske ise sürekli çatlıyordu. Bir gün bu oyun bitecekti ve ben yine acılar ile yalnız kalacaktım; Ölümlülüğü arzulayan ölümsüz olarak. Ve şimdi Kristie’nin sözleri kulağımda dönüyor, her kelimesinde kendimi sorgulama istediği uyandırıyordu. ‘’Lysandros, uzun zaman sonra bir kadına güvenmeye mi başladın? Hem de benimle? Sence o kadar güvenilir birisi miyim?’’ Bilmiyorum, bu duyguyu daha önce hissettiğimi mi zannediyorsun?, demek belki de bağırmak istiyordum ancak kıpırdamıyordu dudaklarım, mühürlenmişlerdi adeta. İçimdeki yatışmaz duygu selini bastırırken güç kaybediyordum adeta, büyük görüşten sonraki tüm yorgunluk saf bir şekilde üzerimdeydi sanki. Boş ve odaklanamayan gözlerimi zorlayarak odaklayıp karşımdaki genç kıza baktım. Kristie, olduğu gibi belki biraz daha farklı karşımdaydı. Burnundan gelen hızla akan kırmızı asil sıvı dudaklarına varmak üzereydi. Kan, doğum ve ölümün keskin akışkanı. Hayatın kendisi, yaşamın canı örneği. Ve kan, korkulan ama mükemmel renkte yaşadığını gösteren sıvı. Düşüncelerim birbirlerine girmişken bu kez onları durdurmadım. Varsın tüm görüşler beni ezsin, varsın düşüncelerim yüzünden boğulayım. Tek arzum vardı ki o da anı yaşamaktı. “Kristie, al şunu” dedim, sesimin umarsamaz ve donuk çıkmasından dolayı kendimi azarladım yakınımdaki peçeteyi ona uzatırken. Kristie’nin meraklı bakışı ile karşılaştığımda sesimin biraz yüksek ancak abartılı olmamasına dikkat ettim “Burnun kanıyor!” Kristie, peçeteyi almaya çabalıyor ancak beceremiyordu. Derim bir nefes alarak masamdan kalktım. Önünde eğilerek titreyen ellerini çekip peçeteyi burnuna bastırdım. Bir yandan da etrafına bulaşan kanları temizliyordum. Düşüncelerim kendiliğinden geri çekilmişti ancak şimdi, kafesinden çıkmak isteyen bir aslan gibi parçalamaya çalışıyordu kafesini, zihnimi. Onlara izin verdim, ancak kendimi koparmamaya oldukça dikkat ettim bu dünyadan.
Kolay değildi bu, en azından benim gibi biri için. Kafası dağınık, hayatı paramparça olmuş biri için. “Her zaman istediğini yapabilirsin, güçlü olabilirsin. Çünkü sen, sensin. Başka biri olmana, somurtmana gerek yok. Hayat neşen insanlara da geçiyor. Lysandros, sen bulaşıcı bir mutluluk hastalığı taşıyıcısısın” demişti Delilah. Haklıydı da bir zamanlar oydum, mutlu ve uçarı, neşesi sonsuz. Yok olmuştu şimdi, geriye sadece insanların bana attığı tuhaf bakışlar kalmıştı. Ucube gibi hissediyordum ki öyleydim belki de hayat bazen öyle olduğunu belirtiyordu açıkça. Ve ellerime gelen iki damla ayılttı beni bir kez daha kendimi kaybettiğim acınası dünyamdan. Ne kadar zaman boyunca düşüncelerime hapsolmuştum bilmiyordum lakin çok uzun olmamasını diliyordum. Elimdeki kan damlalarına göz gezdirdim, ardından genç kızın doğrudan zümrüt gözlerine bakarak “Durmuyor” dedim bir şekilde sakin kalmayı başararak. Neden olduğunu bilmiyordum ama kan durdurulmaz ise başka şeylerin olacağını hissediyordum. Ve bir kez daha görüşlerim beni satmışlardı. Neler olacağını göremiyordum, kendimi zorlasam dahi en ufak bir görüş bile gelmiyordu. Her nasılsa ne yapmam gerektiğini biliyordum ancak korkuyordum. İnsanların bakışlarından, Kristie’nin ne düşüneceğinden daha da öte bu kampa yansıdığındaki kişilerin tutumundan… Ancak ilk kez bu düşünceler o kadar önemli değildi. Apollon’dan nefret ediyordum ama bir şekilde ona bağlanmıştım. Kimi zaman ise onun güçlerini anlamadığım bir şekilde kullanabiliyordum. Bir kez daha burnunun çevresindeki kanları silerek mendili kenara bıraktım. Genç kızın ellerini ellerimin arasına alarak derince bir nefes aldım. “Bana güveniyor musun?”derken kelimelerim şaşılmayacak şekilde derinden, anlamlı gelmişti. Kristie gözlerime bakarak “Elbette güveniyorum” dediğinde Apollon ile zihnimde girdiğim savaştan vazgeçmiştim. Hafifçe gülümseyip gözlerimi kapattım. Sis’in etrafımızı sardığını hissediyordum. Basit insanların, bu sahneyi görmemeleri için özel olarak anında devreye girmişti. Bazen tanrılar, ya da Sis’i her kim yaratıyorsa, işini gerçekten biliyordu.
Önce sessizliği hissettim, tüm vücudumu esir alan sessizliği. Hem şey şeyi görüyor hem de hiçbir şey göremiyordum. Korkudan eser kalmamıştı, ya da başka duygulardan. Sırtımdan başlayarak tüm vücuduma yayılan güç akımını kendime çektim. Güç kendine deli gibi büyük bir açlıkla çekiyordu. Oldukça uzun zamandır kullanmadığım güç, şimdi ihtiyacım gibi geliyordu yine de ona karşı direnmeye çabalıyordum. Güç, insanın gözünü kör ederdi, insan gücün hâkimi olduğunda ise daha fazlası için yapamayacağı şey yoktu. Gücün bir kısmını, yeteri kadarını, ellerime akmasına izin verdim. Gözlerimi açıp biraz sonraki olaylar için sanki Kristie’yi hazırlıyormuşçasına gözlerimi gözlerine diktim. Genç kızın bakışları hiçbir duygu barındırmıyordu ya da ben öyle zannediyordum. Havada asılı kalan gücün bu kez tamamını kendime çektim, gözlerimin bir kez daha değişimini hissedebiliyordum. Garip renkteki yeşilin ortadan itibaren yerini altın sarısına bırakışını, yüzümdeki damarların belirginleştiğini, bulunan tüm kaslarımın kasıldığını, ruhumun ikiye ayrılışını hissedebiliyordum. En küçük detayları hissetmek bazen acı verse de hoşuma gidiyordu. Ellerim giderek karıncalanırken toplanan gücü genç kıza aktardım. Onun neler hissettiğini bilmiyordum o anda ama gücün genç kızın ellerinden akarak tüm vücudunda gezdiğini ardından yaranın üzerine kapandığını hissedebiliyordum. Kanama tamamen durduğu anda burnumdaki sıcak, kırmızı ıslaklığı hissettim, ardından ise acı ile beraber saliseler içinde yok oluşunu. Gücün geri çekilmesi ile ellerim ısınıp gıdıklandı, ardından geriye soğuk sezgi bıraktı. Oldukça komikti aslında bütün bunlar bana asırlar gibi gelmişti. Oysa ki belki de sadece dakikalar geçmişti. Ayağa kalkarken gözlerim, camdaki yansımam ile kısa süre bakıştı. Ucube gibiydim. Ucube gibi hissediyordum. Kristie’ye bakamadan, güç gösterisi hiç yaşanmamış gibi doğruldum. Ceketimi düzeltip, alnımda biriken terler için masada hala duran peçetelerden birini aldım. "Umarım iyisindir" dedim ruhsuzca. Her ne olursa olsun güven konusu kalbimi sarsmıştı. Ellerim titriyordu, ayakta bile zor duruyordum. Arkamı döndüm, Sis azalmış, yok oluyordu. Genç kızın ne yaptığını ya da ne hissettiğini bilmiyordum, öğrenmek istiyordum hakkımda düşündüklerini ama bilmek pek de istemiyordum. Apollon’un gücü yok olmuşken ona manevi anlamda her zamankinden çok ihtiyacım vardı. Derince bir nefes aldım, “Işığa sadece gün ışığı olmadığında ihtiyacın olur, ben de öyleyim işte. Işık. Ve güvenim de öyle.”dedim, düşünmeden masadan ayrılmak için döndüğümde yabancı, bambaşka bir sesle. Sesin kendime ait olduğundan bile emin değildim. Bayılmamak için direnirken genç kızın yüzüne boşça bakarak gülümsedim. Anlamsız ya da gereksizdi belki ama insanlar saçma şeyler yapardı, kalbi hasar aldığında. Ve ilk kez kendimi insan olarak görmek, ferahlatıcı bir etki yaratmıştı.
|